25 Aralık 2019 Çarşamba

NEKİR, MÜNKER VE KABİR SORGUSU HAKKINDA

Büyük bir yalnızlık ve dehşet içinde, Allah'tan başka herkesten ve her şeyden ümit keserek cenazenin
yanı başında oturdum...
Bir anda kabir sallanmaya, duvarlarından ve tavanından toprak dökülmeye başladı...
Kabrin ayak ucunun alt kısmındaki

sarsıntı daha şiddetliydi. Sanki bir hayvan orayı yarıp kabre girmek istiyordu... Nihayet orası yarıldı ve oldukça heybetli ve asık suratlı iki kişi kabre girdi.

Dev gibi iri ve korkunçtular... Ağızlarından, burunlarından ateş ve duman çıkıyordu... Ellerinde de, etrafa kıvılcımlar saçan ateşli gürzler vardı...Yer ve göğü titreten gök gürültüsüne benzer bir sesle
cenazeye; "Rabbin kimdir?" diye sordular.9 Korkudan yüreğim hoplamış, dilim tutulmuştu...
Şu ruhsuz cenazenin, sorulara cevap veremeyeceğini ve onların da ateşli gürzleriyle cenazeye vurarak
kabri ateşle dolduracaklarını düşünüp kendi kendime; "İyisi mi, ben cevap vereyim de, bari bu yakıcı ateşe duçar olmayayım." dedim. Çaresizlerin çaresi, darda kalmışların ümidi olan
Hak Teala'ya, Ebu Talip oğlu Ali'yi vesile kılarak yöneldim. Çünkü onu iyi tanıyor ve çok seviyordum; gücünün her âlemde ve menzilde geçerli olduğuna inanıyordum.

Vasfı kabil olmayan dehşet ve korku anında, "İnsanların sarhoş olmadıkları hâlde sarhoş göründükleri..."10 bir durumda, böylesi büyük bir vesileyi hatırlamak, hiç kuşkusuz yüce Allah'ın bir lütuf ve ni-metiydi. Bu büyük vesileyi hatırlayınca, özgüvenim arttı ve
dilim çözüldü. Suskunluğum uzun sürmüş olmalıydı ki onlar, anlatılamayacak
bir hiddet ve şiddetle tekrar; "Rabbin ve mâbudun kimdir?"11 diye sordular.
Bu defa öncekinin yüz kat fazlası bir heybete bürünmüştü yüzleri. Öfkenin şiddetinden yüzleri simsiyah kesilmiş, gözleri ateş saçıyordu. Ellerindeki gürzler havaya
kalkmış ve inmek üzereydi... Tam o sırada kendimi toparlayarak kısık bir sesle;
"Rabbim ve mâbudum, benzeri ve ortağı olmayan Allah'tır."
dedim. Ardından da şu ayeti okudum:


"O, Allah'tır; O'ndan başka ilâh yoktur. Gaybı da, görünen âlemi de bilen O'dur. O Rahman'dır, Rahîm'dir. O, Allah'tır; O'ndan başka ilâh yoktur. Melîk'tir (asıl sultan O'dur);
Kuddüs'tür (her türlü eksiklikten münezzehtir); Selâm'dır (esenliğin kaynağıdır); Mü'min'dir (güvenlik verendir); Müheymin'dir (kollayıp gözetendir); Aziz'dir (mutlak güç sahibidir);
Cebbar'dır (her şeyi ıslah edendir); Müte-kebbir'dir (azamet sahibidir). Allah, puta tapanların ortak koştukları şeylerden yücedir, münezzehtir."12

Dünya hayatında, her sabah namazından sonra okuduğum bu ayet-i kerimeyi tilâvet etmekle, aslında
insanoğlunun erdemini onlara göstermeyi amaçlıyordum. Çünkü onlar, daha önce insanoğlunu
bozgunculuk ve kan dökücülükle itham edip yaratılışına karşı çıkmış, hiçbir erdem ve kemali olmadığını sanmışlardı.13

Cevap olarak okuduğum ayet-i kerimeden sonra öfkelerinin yatıştığını ve asık suratlarının değiştiğini,
hatta birinin ötekine; "Görünen o ki, bir İslâm âlimiy-le karşı karşıyayız; nazik davranmamız daha doğru olur." dediğini duydum.
Fakat diğeri; "Ona karşı nasıl davranmamız gerektiğini, son sorumuza vereceği cevap belirleyecek. Bu sorunun cevabını alıncaya kadar görevimizi yerine getirmeliyiz.
Dünyevî makam ve mevkilerin burada geçerli olmadığını sen de biliyorsun." dedi ve; "Peygamberin
kimdir?" diye sordular. Bu sırada kalbimin atışı azalmış, dilim daha bir çözülmüş,
sesim titreme ve boğukluktan kurtulmuştu. "Benim peygamberim ve Allah'ın bütün insanlara
göndermiş olduğu Resulü, nebilerin sonuncusu ve resullerin efendisi olan Abdullah oğlu Muhammed'dir." dedim.

Bu cevabı alınca, öfke ve sinirleri tamamen yatıştı, yüzleri berraklaştı. Daha sonra kitabımı, kıblemi, imamımı ve Resulullah'ın (s.a.a) halifesini sordular.
Benim cevabım ise şöyle oldu: "Kitabım Rahîm Rab'den, hekîm Peygamberine
nazil olan Kur'ân-ı Kerim'dir. Kıblem, görünürde Kâbe ve Mescid-i Haram'dır; 'Nerede olsanız yüzünüzü Mes-cid-i Haram yönüne döndürün.'14

 Hakikatte ise Hak Teala'dır; 'Ben bir hanîf olarak yüzümü, gökleri ve yeri Yaratan'a döndürdüm ve ben ortak koşanlardan değilim.'15

İmamlarım ve Peygamberin halifeleri ise, Ebu Talip oğlu Ali (a.s) ile başlar ve Hasan Askerî'nin (a.s) oğlu Mehdi (a.f) ile son bulur. Asrın hücceti ve zamanın imamı da odur.
 Hepsinin itaati farzdır ve hepsi mâsumdur. Fena yurdunun şahitleri, beka yurdununsa şefaatçileri onlardır." On iki imamın isimlerini, hasep ve neseplerini birer
birer açıkladım.

— Bu kadar detaya inmene gerek yoktu, her soruya tek kelimeyle cevap verebilirdin.
— Aslında size daha detaylı cevaplar vermek gerekir.
Çünkü siz, daha ilk günden bizim hakkımızda kötü zanda bulunmuş, yaratılışımıza itiraz etmiştiniz. Oysa hikmet sahibi Allah'ın işine itiraz etmemeliydiniz. Allah- 'ın işine itiraz ettiğinizi öğrendiğim günden beri size biraz kırgınım doğrusu. Size birkaç soru sor-mayı çok isterdim; ne yazık ki, bunu gerçekleştiremeyeceğim... Aramızda geçen bu konuşmadan sonra soracakları soruları beklemeye koyuldum. Fakat onlar sadece; "Bu cevapları nereden ve kimden öğrendin?" demekle yetindiler. 16

Bu soru beni biraz düşündürdü. Kendi kendime şöyle dedim:
"Gaflet, cehalet, hata ve yanılgı yurdu olan dünya hayatında sıraladığımız delil ve burhanların yanlış olmadığı ne mâlum?!" "Bu delillerin madde veya biçimlerinde ya da sonuç verme şartlarında bir hata ve yanılgı bulunmadığı, mantık ölçülerine uygun gerçek ölçüler olduğu ve bu
ölçüleri belirleyen Aristo'nun yanılmadığı ne mâlum?!" 17

"Ayrıca o kanıtlar doğru olsa da, sadece körlük ve bilgisizlik yurdu olan dünyada işe yarar. Çünkü o kanıtlar, körün veya karanlık bir yerde yürümek isteyen kişinin
kullandığı asâya benzer." "Gerçeklerin açıkça ortada olduğu ve gözlerin keskinleştiği
bu âlemde besbelli ki, asâ bir işe yaramayacaktır. Peki bunlar benden ne istiyorlar?!" "Allah'ım! Bu âleme daha yeni adım attım ve buranın konuşma tarzına da aşina değilim. Ebu Talip oğ-lu
Ali hakkına yardımını benden esirgeme!" Bu düşünce ve yakarışlara dalmış gitmiştim ki, gök
gürültüsünü aratmayan haykırışlarla kendime gel-dim.

Yine aynı soru:
"Bunları neye dayanarak söylüyorsun?" Öfkelerinden yüzleri simsiyah kesilmiş, gözleri ateş
saçıyordu, havaya kaldırdıkları gürzleri indirmeye ramak kalmıştı.Korku ve dehşetin şiddetinden şuurumu kaybetmiş gibiydim...
Korkudan gözlerimi kapatmış olduğum o anda, âdeta bir ilham aldım ve kısık bir sesle, "Allah beni bunlara hidayet etti." deyince, "Gelin gibi rahat uyu."18 dediklerini
duydum. Sonra onlar gitmiş ve ben o dehşet anından kurtulmanın
rehavetiyle derin bir uykuya dalmış ya da bayılmışım.

Dipnotlar-Kurani Kerim ve Hadisler

9- Ehlibeyt İmamlarından (a.s) rivayet edilmiştir ki: "Cenaze
defnedildikten sonra, Nekir ve Münker isminde korkunç
suratlı iki melek gelerek, insana itikadî meselelerini sorar."
İmam Cafer Sadık (a.s) Resulullah'tan (s.a.a) şöyle nakleder:
"...Daha sonra siyah yüzlü Nekir ile Münker gelir. İğneden
ipliğe kabri araştırırlar... Sesleri şiddetli gök gürültüsünü andırır
ve gözleri parlayan şimşek gibidir. Yüksek bir sesle bağırarak;
'Rabbin kimdir? Peygamberin kimdir? Dinin nedir? İmamın
kimdir?...' diye sorarlar." (Bihar-ul Envar, c.6, s.215, 225, 237, 261;
c.8, s.209; Usul-u Kâfi, c.3, s.236)

10- Hac, 2

11- Bazı hadislerde ölüm sonrası hakkında şu bilgilere yer
verilmiştir: "Mezarda, Allah tarafından iki melek gelerek tevhit,
peygamberlik, imamet gibi itikadî meseleleri sorarlar. İnsan
mümin ise, Allah'ın lütfüyle ve Resulullah'ın Ehlibeyti'ni vasıta
kılarak bu sorulara cevap verebilecek, bunun üzerine mezarı
çok güzel bir bahçeye dönüşecek ve cennet nimetlerinden yararlanacaktır.
Ama eğer mümin değilse, sorgu anında vücudu
titreyecek, dili tutulacak ve sonuçta sorulara cevap veremeyecek,
bunun üzerine de mezarı ateşle dolacak ve cehennem ateşinde
yaşayacaktır." (Bihar-ul Envar, c.6, s.157, 216, 222, 262; c.8,
s.210, 318; c.22, s.378; Usul-u Kafi, c.3, s.232-240)

12- Haşr, 22-23

13- Şu ayete işarettir: "Bir zamanlar Rabbin, meleklere; 'Ben
yeryüzünde bir halife yaratacağım' demişti de melekler; 'Orada
bozgunculuk yapacak, kan dökecek birisini mi yaratacaksın?...'
demişlerdi." (Bakara, 30)
Melekler dünyada Hz. Âdem'den önce yaratılan diğer varlıkların
bozgunculuk çıkarıp kan döktüklerine dayanarak böyle
bir söz söylemişlerdi. (Numune Tefsiri, c.1, s.118)

14- Bakara, 150

15- En'âm, 79

16- İmam Musa Kâzım'dan (a.s) şöyle rivayet edilir: "Kabir
âleminde, mümin kula Rabbi, dini, peygamberi ve imamı hakkında
sorular sorulur. Doğru cevap verirse, soruyu soran; 'Bunları
nasıl öğrendin?' diye sorar. O da; 'Beni buna yüce Allah -fıtrî
olarak- hidayet etti ve sağlam aklî delillerle buldum.' cevabını
verir."
"Bunun üzerine ona; 'Yeni evlenen gelinler gibi rahat uyu.'
derler; sonra onun için cennetten bir kapı açılır."
"Bu sorular kâfire sorulduğunda; 'Rabbim Allah, dinim İslâm
ve peygamberim Muhammed'dir.' der."
"Bunu nereden öğrendin?' diye sorulduğunda ise; 'Halkın
böyle söylediğini duydum.' der. Bunun üzerine sorgu melekleri,
ellerindeki ateşli gürzlerini, insanlar ve cinlerin dayanamayacağı
bir güçle onun tepesine indirirler. Böylece kıyamete kadar
ateşe tutulur kalır." (Bihar-ul Envar, c.6, s. 263)
İmam (a.s) bir başka hadiste ise şöyle buyurmuştur:
"Kâfire; Rabbi, dini, peygamberi ve imamları hakkında sorulduğunda,
'Bilmiyorum!' diyecektir. Bunun üzerine sorgu melekleri;
'Dünyada itikadî meselelerde şüphe ederdin sen; bugün
de şüphe içindesin! Hiçbir şeyi bilmedin ve hidayeti bulamadın!'
diyecek ve ateşli gürzleriyle öyle bir vuracaklar ki, doğu da batı
da onun feryadıyla dolacaktır." (Bihar-ul Envar, c.6, s.221, 263, 264,
276)

17- Merhum Nerakî anlatır: "Bir gün Fahr-i Razî ağlıyordu,
ağlama sebebi sorulduğunda dedi ki: Yetmiş yıldır doğruluğuna
inandığım bir meselenin bugün yanlış olduğunu anladım; diğer
inançlarımın da böyle olmadığı ne malum?!"

18- Bihar-ul Envar, c.8, s.318

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder