Burada ibadet hakkında konuştuğumuz için başka bir konuya da değinmemiz gerekir, o da şudur: Bir grup kendi kitaplarında "aslında din, ahlakla, ahlaki şeref manasıyla şekillendirilemez, zira dinin manası şudur: İnsan Allah'a ibadet eder, Allah'a yapılan ibadet sadece cehennem korkusu veya cennet arzusu içindir." der, Sonra insanın maddi isteklerine yönelir: "O halde ahlaki davranış şereflice Ur davranıştır, yani sadece o davranışın şeref ve yüceliği içindir." der. İşte bu konuyu açıklayacağım.
Mukaddes İslam dini açısından ibadetin dereceleri vardır. İbadetin en yücesi, bütün bu işlerden ayrı, bağımsız olan, yani kendisinde ne cennet arzusu ve ne de cehennem korkusu olan bir ibadettir. Fakat aynı zamanda cennet arzusu veya cehennem korkusu için yapılan ibadetler de ibadettir. Bunu biraz açalım: Nehcu'l Belağa'da ve bizim birçok hadislerimizde bu konu mevcuttur. Emiru'l Mü'minin Ali (A.S.) şöyle buyurmaktadır:
"Halkın yaptığı ibadetler üç çeşittir: Kimileri, Allah'a sevap arzusu için ibadet etmektedirler, bu ibadet, ticaretçi bir ibadettir." Yani bunlar Allah ile ticaret yapmak istiyorlar, bir şey versinler, onun yerine daha fazla bir şey alsınlar. Bir tüccar, alışverişlerde devamlı kendi asıl sermayesinden daha fazla bir şey -yani bir şeyi asıl sermayenin bir miktar fazlasıyla- almak için bir malı verir. Hz. Ali; bu ibadetin ticaretçi bir ibadet olduğunu buyurmaktadır. Kimileri de korkudan dolayı Allah'a kulluk etmektedirler. Ali buyurdu ki, "bu ibadet köleci bir ibadettir, esirlerin ibadetidir." Evet, tıpkı esir bir kimsenin çalışması gibi. Esirler, kendilerine yüklenen sorumluluğu Rablerinin kamçılan altında yerine getirirler. Bu esirler, kendilerine yüklenen sorumluluğu yerine getirmedikleri takdirde kamçı yiyeceklerinin korkusundan dolayı sorumlulukları yerine getirmektedirler. Fakat kimileri de Allah'a şükür gereği ibadet eder, ya da bazı hadislerde geçtiği gibi sevgi gereği ibadet eder. Yani, sadece Allah'ı sevdikleri için O'na ibadet ederler. O, fıtratın gereğinde, bilinçli şuurunda yansımaktadır. Allah'a öyle bir şekilde ibadet etmektedir ki Allah'a kulluk etme fıtratı bunu gerektirmektedir. Allah'ı sevdiği için O'na kulluk eder. Allah, cennet ve cehennemi yaratmamış olsaydı bile o, yine de Allah'a kulluk edecekti:
"Allah 'ım! ben sana cehennem ateşinin korkusundan dolayı ibadet etmedim, cennet arzusu için de ibadet etmedim, aksine sadece seni 'kulluk etmeğe layık' gördüğüm için sana ibadet ettim."
Bu, "kulluk etmeğe layık" kelimesinin çok büyük manası vardır. Sadece "Sen, sen olduğun için ve ben, ben olduğum" için sana ibadet ediyorum... Alemdeki şeylerin en tabiisi şudur: "Sen bir ma 'bud olasın, ben abid ve kulluk eden". Bilmiyorum, siz yüce bir içeriye sahip "Kümeyl duası" nın muhtevasına baktınız mı? Bu duayı başından ta sonuna kadar dikkatle mütalaa ediniz ve Ali'nin ne söylediğini, âşıkane ve şükredici kulluğun manasını ve kendinden çıkıp (başka bir aleme girmenin) manasının ne olduğunu görünüz. Ali'nin mantığında en küçük bir karışıklık ve mübalağa yoktur. Özellikle Rabbi’ne yönelik söylediklerinde bir mübalağaya rastlayamazsınız. Bu duada, asla tasavvur edemeyeceğimiz bazı cümlelere rastlamaktayız. Cehennem ateşi konusunda şunları söylemektedir: "Cehennem ateşi dünyadaki ateş çeşitlerinin hiçbirim benzemez, tüm yerlerin ve göklerin, onun karşısında güç yetiremeyeceği bir ateştir." Devamla şöyle demektedir:
"Böyle bir azaba sabretme gücüne sahip olduğumu farz etsem de Sen 'in ayrılığına sabrım yoktur, o hararetlerin karşısında direnme sabrına sahip olduğumu farz etsem de senin yardımının benden kaldırılması ve lütfunun benden alıkonulması karşısında nasıl sabredeceğim."
Ali, bunun sabrına asla sahip değildir. Kulluk gereği ibadet budur. İnsanın makamı bundan daha yücedir. Bu Ali'ye (as) özgü değildir. Dünyada Hafız'ın aşağıda değindiği dereceye ulaşan insanların sayısı çoktur:
Bizim içyüzümüzde başkası dost olarak yer almaz.
Her iki alemi de düşmana ver zira bize dost olsan yeter.
Allah'ım gönüllerimizi iman nuruyla nurlandır. Kalplerimizi ve ruhlarımızı faziletli ahlakla donat. Ölülerimize rahmetini bağışla.
Felsefei Ahlak, Şehit Murtaza Mutahhari
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder