Söz konusu "maddi muhasebelerle açıklanmayan ve maddi hesaplara uymayan şeyler"den biri deinsani değerlerdir, başka bir deyişle insanın insanlığıdır, insan olma vasfıdır. Başlı başına bir konudur bu, gayet ilginçtir de! Hangi yaratığa bakarsanız bakın, kendisini kendisinden
ayıracak, özünden soyutlayacak bir özelliği bünyesi kabul etmez. Mesela kaplanın
kaplanlığından
söz ederiz; köpeklik sıfatı köpeğe mahsus, atlık sıfatı ata hastır deriz. Bu hayvanlar bu sıfatlarıyla vardırlar, onların öz sıfatlarını kendilerinden ayırabilmek mümkün değildir. Yâni "at"lığını yitirmiş bir ata, ya da artık kaplan olmayan bir kaplana rastlayabilmek kabil değildir.
Halbuki insanlığını yitirmiş bir insana rastlayabilmek
pekala mümkündür; insan olmayan insanlar pekala
vardır. Yâni mevcudat içinde ancak insanoğludur ki
kendi özüne mahsus benliğini teşkil eden sıfatından
soyutlanabilir.
İnsanın insanlığını teşkil eden, ona insaniyet bahşeden
ve insani kişilik kazandıran şahsiyet unsurları
(şahsi unsurlar değil, şahsiyet unsurları) insanın maddi yapısıyla ilgili değildir; bu özellikler maddi şeyler değildir
çünkü, beş duyu organıyla hissedilemez, algılanamazlar.
İnsana mahsus oldukları halde, insani ve insanın yaşadığı bu alemde var oldukları halde hissedilebilir,
algılanabilir şeyler değildirler. Başka bir deyişle maddi değil, manevi yapıdadırlar.
Öte yandan insanı insan kılan, ona insani şahsiyet ve fazilet kazandıran, kısacası insan olma ölçüsü olarak kabul edilen bu erdem ve değerler tabiat aracılığıyla meydana gelmezler, tabiat vergisi değildirler; esasen hiç kimsenin dahliyle meydana gelebilecek şeyler değildir
bunlar, insan bunları bizzat meydana getirir kendisinde,
kendisini insanileştirecek olan yine onun kendisidir.
Kısacası insanın maneviyata açılan penceresi yine kendi varlığıdır; o, kendi vasıtasıyla manâ aleminden haberdar olabilir ancak.
Ehl-i Beyt-i Mutahhar'ın (a.s) sekizinci imamı Hz. Ali b. Musa er-Rıza (a.s) "Orada -öbür alemde- mevcut olan
şeyler, burada -bu alemde- mevcut olanlar vasıtasıyla
tanınır." buyururlar.
İnsan maneviyatı ve insaniyet ölçüsü olan; kendisinden,
"insanlık değerleri" tabiriyle söz edilen şeyler pek
fazladır. Ancak bütün bu değerleri bir tek değerde özetlemek
mümkündür: "Dert taşımak" ya da "Dertten haberdar
olmak" değeridir bu!
İnsani değerlerden söz eden her ideoloji ve okul, bu
konuya değinmiştir İnsanda var olan bir dert vardır ki
bütün insani ve hayvani değerlerin üstünde ve ötesin dedir denmiştir. Nedir bu dert? Söz konusu insani dert
nedir, hangi derttir bu?
Önceki bahislerimizde bu derdi kimilerinin "insanın
bu dünyada gurbette oluşu ve yaşadığı yeryüzü hayatını
yadırgayışı "olarak tespit ettiğini belirttik. Bu görüşte
olanlara göre insan, dünyada yabancılık hissetmekte
ve mevcut tabiat ve ilişkileri yadırgamaktadır; çünkü
apayrı bir dünyadan belli bir risalet, görev ve mesajla
gelmiştir o, aslında ayrı düşmüştür; bu ayrılık onda fevkalade
duygular yaratmış, onun varlığında aşk, şevk ve
gurbet duyguları meydana getirmiştir. Bu ayrılık derdi
"aslına dönüş" duygusu doğurmuştur onda; vatana, yâni
Hakka, Allah'a dönüş arzusu yaratmıştır varlığında.
Cennetten kovulmuş, toprak alemine sürülmüştür; bütün
arzusu, vadedilen cennetine tekrar dönebilmektir;
ancak -dünyaya- gelişi boşuna ve beyhude yere değildir
aslında; bir mesaj taşımaktadır o; bu mesajı iletmek ve
bu risaleti tamamlamak üzere gönderilmiştir dünya yuvarlağına.
Velhasıl bu hicran ve bu ayrılık derdi sürekli rahatsız
etmektedir onu.
Bu görüşe göre insanın derdi "Rabbi"dir, O'na kavuşmak,
O'nun yakınlığını ve rızasını kazanmaktır;
Hakk'tan uzak kalış yegane derdidir insanın, O'na dönüş
özlemiyle yanıp tutuşur insan, kim olursa olsun,
hangi makam ya da konumda bulunursa bulunsun istediğini
elde edemediğini, gerçek sevgilisine kavuşmadığını
hep hissedecektir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder