20 Kasım 2018 Salı

İNSAN OLABİLME SORUN VE SORUMLULUKLARIN FAYDALARI

Daha önce muhtelif ekollerin, hatta en maddeci görüşlerin bile insan gerçeği üzerine müşterek bir noktada birleştiğini, bunun da insanın varlığında inkarı imkansız bazı manevi değerlerin söz konusu oluşu gerçeği olduğunu belirtmiştik.
İnsani değerler ortak bir başlık altında mütalaa edilirler; bu ana başlığın da şıkları ve teferruatları vardır. İslam ariflerince belirtilen bu nokta, günümüzde insan bilimleriyle

uğraşan araştırmacı ve bilim adamaları tarafından da kabul edilmiş ve bunlardan daha önce İslami metinlerde gündeme gelerek özel ıstılah ve deyimleriyle tespit edilmiştir. Bu ana başlığa İslami metinlerde "dert taşımak" ya da "dert sahibi olmak" denilir;
insanlığın temel ölçüsüdür bu. Yâni insan, "dert hissettiği" ve "dert taşıdığı" ölçüde insandır, hissettiği derde göre ölçülür onun insaniyeti.
İnsanla hayvanın en belirgin farkı, insanın birtakım mesuliyet duyguları taşıması ve birtakım "dertler"i olmasıdır, İnsan dışında kimsenin; hayvanların, ya da insan görünümünde olduğu halde insanlıktan zerrece nasibini almamış, insaniyet ruhundan tamamiyle yoksun bulunan insan kılıklı tersyüz mahlukların böyle bir sorunu yoktur, "dert" taşımaz onlar...
Meselenin etraflıca izahını yapabilmek için her şeyden önce "dert" kavramı üzerinde duralım biraz. İlk bakışta ters gelebilir bize; ne demek yâni "dertli olmak"
Bilinen kadarıyla dert, istenmeyen bir şeydir; insan derdi uzaklaştırmalıdır kendinden, ona çare aramalı, çaresi neyse ona bakmalıdır...
O halde nasıl olur da "dert"in insani olmanın ölçüsü olduğu söylenebilir?! Bu durumda, insanlığın mihengi olup, değerleri değerli kılan şey nasıl "dert" olabilir?!.. Dertli olmayı kim ister ki? Derdin iyi bir şey olduğunu kim söyleyebilir? vs.
Evet, bu ve benzeri daha birçok sual gelebilir akla...
Fakat pek çok konuda olduğu gibi bu konuda da iyice ve sıhhatli bir metotla düşünmeden önyargıda bulunmamak gerekir.
Aksi halde varılacak sonuç yanlış olacaktır.
Önce meselenin kaynağını aramak gerekir. Bir hastalık vardır, bir de hastalığa sebep olan mikrop... Kötü olan mikroptur, iltihap, tümür vb. şeylerdir, hastalığı bunlar icad eder zaten. Vücuda bir mikrop girer ve hastalığa sebep olur; bu mikrobun vücuda girmesiyle zamanla dert ve acı kendini gösterir. Bir parmağın kesilmesi hoşa gidecek bir şey değildir, kötüdür elbet; ya da midede başlayan bir sancının hoş bir tarafı yoktur. Kısacası sonucu bir kayıp ve hasar alacak olan yaranın ve hastalığın varlığı iyi bir şey değildir... Ancak dert -ya da burada örneğini verdiğimiz gibi bir hastalığın ağrısı- insan için bir uyarı ve haberdir, sonucu uyanış olacak bir mesajdır. Hatta vücut ağrıları için de aynı durum söz konusudur. Mesela bir insanın başı ağrıyorsa, başındaki bu ağrı yerinde bir arıza meydana geldiğini gösterir; ağrı varsa bir hastalık da vardır. Ağrı, bu hastalığın habercisidir. Söz konusu ağrıdır ki sizi hastalığın, vücuttaki bir yaraya ya da bir mikrobun varlığına müteveccih kılar; bu uyarı sonucu hastalığın varlığı meydana çıkınca da onun tedavisine başvurur ve tehlikeden kurtulursunuz. Görüldüğü gibi ağrı, tehlikeyi bildiren bir alarm zilidir. Ya da mesela makina ve motorların ısı ve sürat seviyelerini gösteren göstergelere benzer; bu aletin kötü bir tarafı yoktur ki; kötü olan, hoşa gitmeyecek olan arabanızın su kaynatması ya da yağının azalmış olmasıdır. Ancak bunları vermekten başka bir şey yapmayan gösterge aracının kötü ve zararlı olduğu düşünülemez. O halde vücuttaki bir ağrı, bir hastalığın habercisidir; o ağrının duyulmaması halinde hem hastalık belli olmayacak, hem de hasta, tedavi olmaya çalışmayacaktır. Ancak ağrı, onu hastalığından haberdar eder ve tedavi yollarına başvurmaya mecbur bırakır. İşte hastaya bir "dert" olan bu ağrı kötülenemez, onu iyileşmesi için uyarmaktadır çünkü; o halde bu dert bir "nimet"tir aslında
"Onu bir tadıverdin mi, acısını;
Bundan böyle "senden başkasına tapmam" der.
"Senden başkasına yönelmem" diye söz verirsin artık.
Anlamışsındır çünkü ağrının seni uyandırdığını,
Uyanışa sebep olup hastalığı sana bildirdiğini
O halde şu hakikati unutma ey hakikati arayan:
Uyanmıştır artık, derdi olan
İşi sezmiş, farkına varmıştır...
Kim daha uyanıksa bil ki daha dertlidir
Kim daha bilgiliyse rengi daha fazla sararmıştır...(Mesnevi, s.18.)
Evet kimin derdi daha çoksa, her kim başkalarının hissedemediği bazı dertleri hissedebiliyor, diğerlerinin duyamadığı bazı acıları duyuyor ve taşıyorsa; bu dertleri hissedebildiği, bu acıları duyabildiği ölçüde diğerlerinden daha uyanık ve daha bilgilidir. Dertsizlik, acı taşımama ve hiçbir mesuliyet duygusu hissetmemezlik bir çeşit ruhi çıplaklıktır, duygusuzluk ve anlayışsızlığa denktir. Dert taşıma ve acı hissetme ise uyanışa, bilinç ve idrak yeteneği kazanmaya eşittir...
Bir durumda hangisini tercih eder insan?
Uyanık, akıllı ve bilgili olup dert taşımayı, acı hissetmeyi, "dertli" olmayı mı?
Yoksa "dert"inden bihaber olup ahmak, akılsız ve aptalca yaşamayı mı?
Yâni "bilme" ve "uyanık olma"nın getireceği dert ve acıyı "cehalet", "bilgisizlik", "bihaberlik" ve "duygusuzluk"tan doğan rehavet ve rahatlığa tercih etmez mi?
Bir atasözü vardır "Sokrat olup zayıf ve cılız düşmek; besili bir domuz olup semirmekten yeğdir"...diye.
Yâni Sokrat olup da bilge ve akıllı, fakat zayıf, fakir ve mahrum olmak; bir domuz olup her türlü rahat ve refaha sahip, fakat aptal, duygusuz ve anlayışsız kalmaktan daha iyidir...

Şehit Murtaza Mutahhari. İnsani Kamil

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder