İnsanları "tam ve sağlam insan" ve "eksik ve kusurlu insan" olarak iki grupta ele almak kabildir. "Sağlam" ve "kusurlu" tabirleriyle kastedilen şey kimi zaman maddi ve cismi bir mana taşır, insanın vücut ve
beden yapısıyla ilgili bir durumu ifade edebilmek için kullanılır bu tabirler. İnsanların vücutça da yekdiğerlerinden farklı; kiminin sağlam ve kiminin de kör ve hasta ya da özürlü olduğu açıktır. İnsanın ya uzvi bir özrü vardır, ya da hastadır; mesela âmâdır, falan uzvu özürlüdür vs. Ancak bütün bunlar bir insanın sadece "şahsı" ile ilgili bir durumu ortaya koyar.
beden yapısıyla ilgili bir durumu ifade edebilmek için kullanılır bu tabirler. İnsanların vücutça da yekdiğerlerinden farklı; kiminin sağlam ve kiminin de kör ve hasta ya da özürlü olduğu açıktır. İnsanın ya uzvi bir özrü vardır, ya da hastadır; mesela âmâdır, falan uzvu özürlüdür vs. Ancak bütün bunlar bir insanın sadece "şahsı" ile ilgili bir durumu ortaya koyar.
Hiç dikkat ettiniz mi? Bir insanın kör olması; sağır, felç ya da çirkin olması, boyunun kısa vs. olması o insan için bir fazilet ya da bir ayıp sayılmaz. Bütün bunlar bir kimsenin şahsiyetine, kişilik ve insaniyetine leke düşüren olaylar olarak görülmez ve bu gibi cismi olaylar "şahsiyet eksikliği" sayılmaz. Mesela adını herkesin duymuş olduğu ve kimilerince peygamberlerden bir alt kademede olduğu iddia edilen şu tanınmış Yunan filozofu Sokrat son derece çirkin bir insandır! Fakat bugüne değin kimse onun bu çirkinliğini insanlığında bir kusur olarak algılamamış ve vücutça çirkin oluşunun onun karakterinin de çirkin olduğuna delalet ettiğini iddia etmemiş ve çirkinliği yüzünden Sokrat'ı kınamamıştır. Ebu'l A'la Muarri âmâ idi! Yine muasır olan Taha Hüseyin de âmâ bir zattı. Şimdi kişinin "şahs"ını ilgilendiren bu özür onun "şahsiyetini" de ilgilendirir, uzvi eksikliği onun karakter ve kişiliği açısından da ayıplanacak bir kusur sayılır diyebilmek mümkün müdür? Elbette ki hayır! Bu da her insanın iki boyutu olduğunu gösterir:
1- İnsanın öznesi ya da şahsı.
2- İnsanın şahsiyeti ya da karakteri. Yâni her insan vücut ve ruh denilen iki ayrı boyuta sahiptir, ruhu cisimden ayırmak gerekir. Ruhu cisme tabi ve onun bir parçası şeklinde yorumlayanlar apaçık bir yanılgı içerisindedirler.
Esasen meseleyi şöyle bir soruyla ortaya koymak daha doğru olacaktır: Acaba bir insanın vücudu sapasağlam olduğu halde ruhu hasta olamaz mı? Vücutça sağlam bir insan ruhi bir hastalığa yakalanamaz mı? Başlı başına ele alınması gereken bir konudur bu... Ruha hiçbir asalet tanımayan ve ruhu inkar ederek onunla ilgili bütün hassaları doğrudan doğruya sinir sisteminin etki ve tepkileri olarak yorumlayanlar onun tamamen cisme ve bedene tabi bir şey olduğunu iddia ederler. Eğer ruh hastaysa cisim hasta demektir, cismin hasta oluşu sebebiyle ruh hastalanır ancak, o halde ruh hastalıkları denilen şeyin cismi hastalıklarından başka bir şey olmadığını derler.
Ancak şunu hemen belirtelim ki meselenin hiç de böyle olmadığı; bir insanın bedeni açıdan kan dolaşımı, kandaki akyuvar ve alyuvarların yapısı, sinir sistemi, vücudun vitamin dengesi, metabolizma faaliyetleri vb. bakımlardan sapasağlam olmasına, hatta asabi yönden de sağlam olup hiçbir sinir hastalığına müptela bulunmamasına rağmen ruhi bir hastalığa yakalanmasının, mesela ukde, aşağılık kompleksi, kapris vb. ruh bozukluklarına duçar olmasının mümkün bulunduğu anlaşılmıştır günümüzde. Bilim, ukde ve komplekse sahip insanların gerçekten hasta olduklarını tespit etmiştir artık; yâni bedeni tamamen sağlam olduğu, fiziksel hiçbir hastalığı bulunmadığı halde ruhi yapısında bozukluklar meydana gelmiştir der.
Bu sebeple bazı ruh hastalarını maddi ilaçlarla tedavi edebilmek mümkün değildir. Mesela tekebbüre kapılan bir insanın gerçekten hasta olduğu, bunun ruhi ve psikolojik yapısından meydana gelen birtakım bozukluklardan kaynaklandığı anlaşılmıştır. Tekebbür gibi bir psikolojik hastalığa yakalanmış birisinin yeyiverince iyileşeceği ve tekebbürünün tevazua dönüşeceği bir ilacı eczanelerde bulabilmek mümkün müdür? Ya da taş kalpli olan, acıma duygusu nedir bilmeyen gaddar bir insanı iğne ve ilaçla tedavi edip şefkatli, merhametli ve yufka yürekli bir insana dönüştürmek kabil midir? Elbette ki hayır! Bu gibi hastalıkların kendilerine has tedavi yöntemleri mevcuttur ama bu yöntem bilinen anlamda fiziki tedavilerden tamamen farklıdır.
Hatta kimi zaman vücuttaki bir hastalık psikolojik yöntemlerle tedavi edilmekte, kimi zaman da psikolojik bir hastalık vücut yoluyla iyileştirilmektedir. Vücutla ilgili bir hastalığın telkin ve benzeri psikolojik takviyelerle iyileştirildiği çok görülmüştür. Oldukça ilginç bir olaydır bu. Bütün bunlar, insanın beden ve ruhun terkibinden müteşekkil bir yaratık olduğunu ortaya koymaktadır. Beden mutlak anlamda tabi ve bağımlı olmadığı gibi ruh da bedene mutlak anlamda bağımlı olmayıp ondan müstakil bir varlık arz eder. Hekimlerin de söylemiş olduğu gibi bu iki şey sürekli birbirlerinden etkilenirler; vücut psikolojik yapıyı, psikolojik yapı da vücut yapısını etkiler. Bu da insanoğlunun psikolojik sisteminin bağımsız bir sistem olduğunu, cismin bir parçası olmadığını gösterir.
Konumuz kamil insan olmasına rağmen öncelikle "sağlam insan" ve "özürlü insan" terimleri üzerinde durduk. Bu zaruri girişten amaç, daha önce sözünü ettiğimiz sağlamlık ve özürlülük durumlarının vücutla ya da psikolojik yapıyla alakası olmadığını belirtmek ve önce bu meseleyi açıklığa kavuşturmaktı. Yoksa "Şu insanın vücudunun bütün organları sapasağlamdır" gibi bir neticeye varacak olan tıbbi bir tartışmaya girmek değil maksadımız. Esasen vücut ve beden meselesi, ele aldığımız konu itibariyle mevzuumuzun haricinde kalmaktadır.
Buraya kadar elde ettiğimiz sonuç, insanın ruhen ve psikolojik açıdan sağlam olabileceği gibi bunun tersinin de geçerli olabileceğidir. Nitekim bu mevzuyla ilgili bazı terimler Kur'an'da geçer ve mesela "Kalplerinde ve ruhlarında hastalık vardır...buyurulur. Yâni "Gözlerinde hastalık vardır" şeklinde buyurmuyor, "Kalplerinde hastalık vardır" diyor. Kur'an'da bahsi geçen bu "kalp" bilinen anlamda tıbbın sahasına giren kalp değil, insan ruhu ve psikolojik yapısıdır.
Kur'an hakkında da şöyle buyrulur: "Kur'an'ı mü'minlere şifa ve rahmet olsun diye indirdik, Kur'an mü'minlerin şifasıdır.
Emir-ül Mü'minin (a.s) fakirliğin belalardan birisi olduğunu belirterek "Fakirlikten daha kötü olanı, vücudun hastalanması, vücut hastalığından daha kötü ve şiddetlisi ise kalbin ve gönlün hasta olmasıdır." der.
Kur'an'ın öngördüğü programlardan biri de sağlam insanlar meydana getirmek olduğuna göre "kamil insan"dan önce "sağlam insan" olmayı amaçlamak ve sağlam mı yoksa özürlü, kusurlu ve eksik bir insan mı olduğumuzu tespit etmek zorundayız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder